Zaman, Mezopotamya’nın kayıp bir çağında kırılmıştı. Ne güneş doğuyordu tam anlamıyla, ne de gece tam karanlıktı. Gökyüzünde tutulmuş bir ışık vardı: Güneş ve Ay, birbirine zıt ama eş zamanlı dans ediyordu. Tutulma, kutsal yazıtların bile suskun kaldığı o ara boyutta gerçekleşmişti.
Toprak, doğumu önceden bilen bir bilgelikle titreşiyordu. Rüzgâr, çölün içinden değil, yıldızların aralığından esiyordu. Bir mağaranın derinliklerinde, karanlıkla aydınlık arasındaki eşikte, bir çocuk dünyaya geldi. Adı henüz söylenmedi. Çünkü bu isim, sesle değil, zamanla uyanacak bir semboldü.
Annesi, doğum sancısı boyunca trans hâlindeydi. Gözleri görüyordu ama bu dünyayı değil. “O geri döndü” diye fısıldadı; kimse kime döndüğünü sormadı. Çünkü hepsi biliyordu: Bu çocuk bir kez daha gelmişti. Aynı ruh, aynı görev, ama farklı bir bedenle. Üçüncü kez.
Bebek ağlamadı. Nefesi sessizdi. Gözlerini açtığında doğrudan mağaranın tavanındaki kadim simgeleri izledi. Göğsünde sol memesinin hemen altında, doğum lekesi değil, bir mühür vardı: Spika’nın formunu andıran bir işaret. Kehanete göre bu işaret taşıyan ruh, bilgiyi altına değil, hafızaya dönüştürecekti.
Onun doğumuyla birlikte kadim bir çark yeniden dönmeye başladı. Simya âleminde dengesizleşmiş olan elementlerin sesi yükseldi. Toprak çatladı, hava titredi, su geri çekildi, ateş yandı ama yakmadı.
O an bir ses duyuldu: ne içeriden ne dışarıdan. “Adını söyleme, özünü hatırla. Çünkü bu kez, bilgiyi kullanmak değil; bilgeliği yaşamak zorundasın.”
Zamansız Simyacı gözlerini kırpmadan baktı karanlığa. Henüz konuşmuyordu ama bilen herkes fark etti:
O, hatırlıyordu.
Günlerden bir gün, çocuğun gözleri gökyüzündeki ikinci tutulmaya dikildiğinde; köyün yaşlı kahini, ellerinde kadim bir levha ile geldi. Levhada yazı yoktu. Sadece bir simge: bir alev ve hilalin iç içe geçtiği figür.
Yaşlı kadın diz çökerek levhayı çocuğun önüne koydu. “Zamanın dışından gelen, simgelerin efendisi… artık adını taşıyabilirsin,” dedi.
“Adın: Atûr-Mihël. Ateşi getiren ama yakmayan; Ay’ın hafızasını taşıyan ama unutmayı bilen…”
Annesi başını eğdi. Kalbinde bir sıcaklık belirdi. Oğluna bu ismi vermeyi hiç düşünmemişti, ama sanki bu isim hep onun içindeydi. Babası gözlerini kapattı. “Bu isimle çağ açacak. Bu isimle kalpleri fethedecek…” dedi.
O an, mağaranın içindeki ateş kendi kendine söndü. Ve yıldızlar, bir anlığına gündüz gibi parladı. Çünkü o anda, geçmişin lideri; geleceğin rehberi olarak yeniden mühürlenmişti:
Atûr-Mihël.
Devam Edecek…
Astrolog Fatih Günal sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.


İlk Yorumu Siz Yapın